Bir Tepeden Banazlı'ya Baktım
Remzi KOKARGÜL
“Bazı yerler insanın kalbinde yaşamaya devam eder;
çünkü orada zaman, hatıralarla nefes alır.”
Remzi Kokargül
Burası, şehre yaklaşık çeyrek saat uzaklıkta küçük bir kasaba. Uzaktan dağlar görünüyor. Büyük bir köyü andıran Banazlı, sırtını Beydağlarına yaslamış, öylece sıralanmıştı. Yirmi yıl yıl önce, yüksek bir tepede, alıç ağacının gölgesinde oturup Banazlı’yı yukarıdan seyretmiş ve bulduğum bir kâğıt parçasına karalama notlar yazmıştım.
O günkü Banazlı sokaklarında gezdiğimde bir güzelleme depremi yaşamıştım. Ama ne deprem! Yıllanmış ağaçların oluşturduğu yeşilliklerle kaplı, eski cumbalı evler bir ışık yumağı gibi yan yana dizilmiş, Kasaba, tıpkı bir lunapark gibiydi.
Uzaktan bakıldığında, önce çatıları kaplayan, toprak renginde kiremitleri göze çarpardı. Ardından taş ve ahşaptan örülmüş evlerin dar pencereleri, sokağa doğru uzanan cumbaları, işlemeli saçakları ve sanatlı kapıları belirirdi. Hepsi birer sıcaklık ve şıklık yumağı gibi sıralanırdı. Evler, mahremiyetin muhafazasına uygun olarak tanzim edilmişti. Meyve bahçelerinin ortasında, bir yamaca tırnaklarıyla tutunmuş gibi duran ve uzaktan bakıldığında her an aşağıya yuvarlanacakmış izlenimi veren evlere, dışarıdan gelenler bahçe kapısından iç avluya adım attığında, yeşil bir çehreyle karşılaşırdı. Binayı çepeçevre saran, insan boyunu aşan irili ufaklı ağaçlar; bazısı meyveli, bazısı meyvesiz dışa karşı tabiî bir perde teşkil ederdi.
Kasabanın sokaklarında yürürken, her adımda geçmişin hikâyeleri yankılanır. Her taş ve her kapı bize sabrı, kanaati ve dayanışmayı fısıldardı. Akşam güneşi eğilip dağların ardına gizlendiğinde, evlerin üzerindeki kiremitler altın bir ışıkla parlar, kasaba adeta bir masal diyarına dönüşürdü.
Burada zaman telaşsız akıyor; insanlar, sahip olduklarıyla yetinmeyi, küçük şeylerde mutluluğu bulmayı öğrenmişti. Ve her nefes, sükûnetin ve içsel huzurun melodisini taşırdı.
Sesler, sözler en tesirli nağmeler şeklinde hissedilirdi. Güller, çiçekler, kokuların en enfesini esirgemeden çevrelerine neşreder; her şey bir cennet olgunluğu içinde doğar, gelişir ve devam ederdi.
Çevrede üzüm bağları, elma, şeftali, erik ve ceviz ağaçları yeşilin her tonunu sergiliyor; zümrüt rengi bahçeler gökyüzüyle güzellik yarışına girmişti. Bu mevsimde, sonbahar bütün haşmetiyle hüküm sürerken ağaçlardaki yapraklar hafif hafif hışırdıyor. Henüz soğuk yoktu, ama tatlı bir rüzgâr serin serin esiyordu.
Eskiden Banazlı insanı ile şehirli arasında öyle sıcak bir bağ, öyle tatlı bir denge vardı ki; köylü şehirliye imrenmez, şehirli de köylüyü küçümsemezdi. O zamanlar, küçük bir şehir sayılan Banazlı, tabiatla adeta bütünleşmiş, yeşilin bin bir tonu ve kuş sesleriyle çevrili bir cennetti. Sokaklarında yürürken, her adımda toprağın, çiçeğin ve temiz havanın kokusunu duyardınız. İnsanları sıcak, misafirperver ve içten; yaşamları sade ama ruhları zengin bir dünyayı paylaşırdı. Banazlı sadece bir kasaba değil; tabiatla insanın uyum içinde olduğu, kalbin huzur bulduğu bir yuvaydı.
Şimdi ise siyah-beyaz bir film gibi... Evlerin yerinde sessizlik, kuş yuvalarının yerinde ürperten yalnızlık var. Ufuk, kızıl, mavi ve siyahın karışımıyla ürkütücü bir renge boyanmış. Damla damla gönüllere akan gurbet ve hasret hissi var. Banazlı, artık ötesinde aradığımı bulamamanın üzüntüsünü taşıyan Konak isimli bir mahalle olmuş. Rüzgâr dalları titretirken, yapraklar altın ışıkla dans ediyor. Yazdığım bu satırlar belki de sadece bir anlık hissin yankısı; ama bu yankı, dünyanın tüm seslerini susturuyor, bana yalnızca o anı bırakıyor.
Banazlı’yı seyrederken, gerçek ile düş arasındaki çizgi bulanıklaşıyor. Evler, ağaçlar, yollar; hepsi bir masalın parçaları gibi hafifçe titreşiyor. İçimde bir sıcaklık yükseliyor; geçmişin ve geleceğin birbirine karıştığı bir rüya gibi...
Ve ben, o anın sessiz bekçisiyim: her şeyi gören, ama hiçbir şeyi değiştiremeyen bir gözlemci.
“Rahmetli Kayınvalidem Kıymet Aluçlu’ya ithafla”