Şehir Havaları-1
Remzi KOKARGÜL
Puslu sokaklarda çamura bata çıka yürüyen bir şehir… İnşaatların gölgesinde süren hayat, sabırla bekleyen insanlar ve yarınlara dair sönmeyen umut.
Birkaç gündür hava puslu ve sisli. Emeksiz’den yukarı doğru yürüyorum. Yol, inşaatlar nedeniyle daralmış; zaten kaldırım olmadığından yayalarla arabalar birbirine girmiş. Yolda biriken çamurlara bata çıka yürüdüm.
Zaten Malatya’nın batısından doğuya, güneyden kuzeye doğru gittiğinizde her yerde inşaat ve şantiyelerle karşılaşırsınız. Yollar delik deşik; kamyonlar hafriyat taşıyor. Beton mikserleri her yerde göze çarpıyor. İnşaatların sürdüğü cadde ve yollarda, insan kalabalığının aktığı güzergâhların kenarlarına dizilmiş konteyner dükkânlar ve seyyar satıcılarla çığrından çıkmış bir şehir manzarasıyla karşılaşırsınız.
Çok önemli bir sebep olmazsa şehrin içine girmek pek akıllıca değil. Yine de her yerde olduğu gibi hayat burada da akıp gidiyor.
Gazetelerde, haber sitelerinde her gün yerel yöneticilerin bol bol beyanatlarını görüyorum. Herkes sabır diyor; şehri bir gün mutlaka daha güzel, yaşanacak bir hâle getireceğiz diyorlar. Zaten sabretmekten başka elimizden pek bir şey gelmiyor.
Bütün bu trajik tabloyu büsbütün ürpertip insanların içini karartmamak adına, gerek Valilik gerekse Büyükşehir Belediyesi ardı ardına çeşitli faaliyetlerle insanımızın yaşamını renklendirme gayreti içinde. Bunu görüyoruz.
Her yıl bir kez yapılan kitap fuarı bu yıl iki kere düzenlendi. Ayrıca 100. Yıl Parkı’nda kültür, fuar ve sanat etkinliklerinin yapılması; Malatya’da ilk kez Valiliğin himayesinde bir yazarın öncülüğünde ortaokul ve liselerde kitap okuma kampanyasının düzenlenmesi; üniversitelerdeki panel ve kongreler bunlara örnek olarak gösterilebilir.
Zaten yerle yeksan olmuş bir şehri ayağa kaldırmak, kısıtlı imkânlarıyla sınırlı yerel yöneticilerin yapacağı işler değil. Devletin bizzat bu işlere el atması gerekir. Özellikle Çevre ve Şehircilik Bakanlığına büyük sorumluluklar düşüyor.
Bütün bunları gördükçe hislenip kendilerini takdir ediyorum. Çünkü zaman ağlayıp sızlanma zamanı değil; birlik ve beraberlik zamanı, el birliğiyle bu zorlukları aşma zamanıdır. Bu bakımdan mevcut yöneticilere fırsat vermeliyiz; onların bir an önce bu şehri ayağa kaldırmaları için dua etmeliyiz.
Allah’ım, bizleri akıllı, vicdanlı, merhametli yöneticilerle yönetmeyi nasip eyle, diye dua ediyorum.
Rivayete göre Hazreti Ömer (r.a.) zamanında bir deprem fırtınası yaşanmış; yer bir türlü durulmuyor, sürekli depremle sallanıp duruyormuş. İnsanlar sıkıntıya girince Halife Ömer’e (r.a.) gelip: “Ya Ömer, deprem bizi perişan etti. Ne yapalım, bize bir yol göster,” diye rica ederler. Hz. Ömer, gelenlere gidip tevbe etmelerini, bol bol namaz kılmalarını tavsiye etmiş. Ancak bir zaman geçer, deprem devam edince insanlar tekrar Hz. Ömer’in yanına gelip: “Ya Ömer, deprem durmuyor,” diye acıklı bir vaziyette durumu anlatırlar. Hz. Ömer bu kez bir şey söylemez; aralarından çıkıp ileriye doğru yürür, sonra elindeki asayla yere vurarak: “Ey arz, sakin ol! Bak, insanlar tevbe ettiler; artık sen de sakinleş,” dedikten sonra iki elini açıp dua eder. Bu olaydan sonra depremler durur ve halk rahat bir nefes alır.
Tarihin derinliklerinde bu ve buna benzer olağanüstü durumlar hep yaşanmıştır. Ancak bu gibi olaylardan ibret alıp ders almak gerekir. Her zaman söylerim: Din ile ilim farklı değildir. İster dinî emirlerle yorumlayın, ister bilimsel yolla açıklayın; her ikisi de aynı noktaya çıkar.