Seksenli, doksanlı yılları hatırlayanlar çok iyi bilir… Komşuluk o dönemlerde sadece yan yana oturmak demek değildi. Kapılar kilitlenmez, sofralar paylaşılarak bereketlenirdi. Mahallede biri hasta mı oldu, sabaha kadar başında nöbetleşe beklenirdi. Bir evde düğün mü var, bütün sokak gelin evine döner, herkes elinde bohçasıyla yardıma koşardı. Cenaze olduğunda ise acı bir kişinin değil, tüm mahallenin ortak derdiydi.
Eskiden komşuluk, güvenin adıydı. Çocuklar sokakta gönül rahatlığıyla oynar, anne babalar “komşularımız var” diye huzur bulurdu. Akşamüstü kapı önlerinde yapılan sohbetler, taze pişmiş böreklerin, sıcak çayın paylaşılması… Bunların hepsi hayatın doğal akışıydı.
Kültür, Örf ve Adetler…
Toplumun en büyük zenginliği aslında bu küçük görünen ama çok değerli geleneklerdi. “Büyüğe saygı, küçüğe sevgi” sözü boşuna söylenmemiştir. Büyüklerin elleri öpülür, sözü dinlenirdi. Bayram sabahları aile büyüklerinin kapısı çalınmadan bayram kabul edilmezdi. Komşu çocuğu, kendi evladından ayrı görülmezdi.
Toplu taşıma araçlarında yaşlılara, kadınlara, hamilelere, hastalara yer vermek, bir incelik değil, bir sorumluluktu. Kimse “yer vermek zorunda mıyım?” diye düşünmezdi. Çünkü öğretilen buydu; insan olmak, saygı göstermek demekti.
Bugün Nerede O Eski Günler?
Günümüzde modernleşmenin, teknolojinin, bireyselliğin etkisiyle maalesef bu değerler birer birer kaybolmaya yüz tuttu. Artık komşu komşunun ne derdini biliyor, ne de sevincine ortak oluyor. Kapılar kilitli, sofralar ayrı, sohbetler sanal…
Toplu taşımada gözler telefona kilitlenmiş, yanındaki yaşlıyı, ayakta duran hamileyi gören bile yok. “Komşuluk hakkı” dediğimiz kavram, neredeyse unutuldu. Oysa kültürümüzü ayakta tutan, bizi biz yapan tam da bu değerlerdi.
Yeniden Hatırlamak Gerek
Belki de en çok ihtiyacımız olan şey, eskileri özlemek değil, eskilerden ders alabilmektir. Çünkü komşuluk, sadece kapı komşuluğu değildir; bir gönül bağının, bir güven zincirinin adıdır. Belki teknolojiyi, şehirleşmeyi durduramayız ama bir tebessümü, bir selamı, bir yardımı esirgemeyerek yeniden o günlere yaklaşabiliriz.
Sonuçta, insan insana muhtaçtır. Ve unutmayalım; bir gün biz de yaşlanacağız, biz de yer bekleyeceğiz, biz de kapımızı çalacak bir komşu arayacağız.
